
Hüznün izahı yok, keder ve acının tarifi… Sızlar her bir yan, yönsüz kalırsa insan… Mümkünsüz kılıyor her bir şeyi tüm kaybedişler… Hıdırellezi gönderip yaylaların çağla mevsiminden geçip giderken yakışır mı son… Hele bir körpeye, yetişip gelen taze filize…
Gökçe fidanlardan demliyiz toplum olarak… Çaresiz dertlere şerbetliyiz nicedir… Sanki yeryüzünün varlığından beridir akıp gidiyor çilenin kara ırmakları… Beraberinde daha neler neler götürüp gidiyor bilinmeze… Bütüncül bir ölümdür yaşanan, yaşama siner naçar anların gayesi…
Ağıt ve yakarış, isyana döner bazı bazı, “Ulan biz kime ne ettik…” Kime ne ettik de böyle, payımıza hep zulüm düşer… Yengisi ayrı, sızısı başka… Kıvranacağız böyle bir dem daha… Yara sarılıp kabuk bağlar belki inceden, ki belki kanar durur bitimsiz… Sonu başından yivli bir hançer, böğrümüzü delip durur… Git öte, çalma kapımızı hiç… Kör kuyuların dibinde boğul…
Üleştik zifiri karayı -hesaba ne düştü bilinmez- paylı paysız bakmadan… Yaz gelirken yazacaktık sevdayı, kar çiçeklerinin bağrından yayılan neşeye değinecektik. Kırlardan kentlere umut esintisi yayılacaktı… Demincek kırdılar dallarımızı, uçmaz gayri, kırık herkesin kanadı… Bitimsiz göç tüketti… Soluklanabilirse kudret, yürür belki, kim bilir…