
Ne acıdır ki anaların gözü yaşlı hep bu kadim topraklarda… Bitmeyen ağıtlar yakılıyor hep yitirilenlerin anısına, bir vakit sonra destana dönüşüyor, yıllar yıllar sonra… Görkemli bir direniştir çünkü yaşamak, hamuru acıyla yoğrulmuş bu memlekette… Tam da mayası bozuk bir düzendir, dişlileri arasında öğütüldüğümüz… Buna inattır körpe bedenlerin can verirken ölümsüzlüğe yürüyüşü…
Zaman geçer hayli aradan ancak yara kabuk bağlamaz. Her dam tazedir, bir yerlerden sürekli kanar, kanatılır biteviye… Kaç kurban gerek, insanca yaşam uğruna daha… Hoşgörü ikliminde, kardeşçe, sevgi ve barış içinde nefes almak, gülmek, ağlamak, paylaşmak… Bedeli nedir ki… Canlar gidiyor ardı sıra, bildik teraneler sıralanıyor beylik laflarla sürüp duran…
Yitirdiklerinin acısıyla kahrolmuş analar, sonra doğan çocukları da ölmesin diye ‘Duran, Dursun, Durmuş’ diye isimler koyar evlatlarına… Ne denli bir çaresizliktir ki, bu hale getirir yürekleri…
Bu topraklarda babalar oğullarını, analar yavrularını gömer kara toprağa… Canlı canlı gömülür hep kendileri de… Mustafa Suphi’lerden Sabahattin Ali’lere, Deniz Gezmiş’lerden Erdal Eren’lere… Kaç fidan katledildi de, doymak bilmedi arsız sömürü çarkı…
Güzelim İzmir’de bir cana kıydılar yine… Sokakları deniz kokan güzel İzmir’de, katlettiler Deniz’i… İçimiz acıyor, yüreğimiz kanıyor, geçmişte kalanların sızısıyla dolu gönlümüz…
Lanetlemek yetmez, biliriz elbette… Lanetleyeceğiz, direneceğiz, değiştireceğiz… Böyle yapalım, yapmalıyız, yapmak zorundayız…
“…Ölenler, dövüşerek öldüler;
güneşe gömüldüler.
Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!
Akın var, güneşe akın
Güneşi zaptedeceğiz
Güneşin zaptı yakın!…”