
Yorgun anlardı, günün peşine düşüp yok olan… Dönence kayıp… Zamanın ruhu kuşkulu bir sevi değil mi… Şüphelerin de bundan, endişelerin de… Dün dünde kalıyor mu emin değiliz… Bilmiyoruz benliğimizi kemiren ısırganı, nereye kadar gidebilir ki…
Yeni seneye hazırlıyor kendini dünya… Kimi neşeyle, kimi kederle… Bilinen bir gerçek varsa, günün biteviye döndüğüdür… İşte tam da böyle vakitlerde gördüğümdür, gözlerinde belli belirsiz parlayan ışık… İçinde neler yüklü… Kelime yetersiz her yönüyle, mümkünsüz bir anlatımdır takılı kalan… Bak gördün mü, damlayıp süzülecek bir taraftan… Bir yandan köpürdetecek heyecanı…
Sorar ya koca çoban; Biter mi keder? Bilirsiniz yanıtları… Zahiri yanılsamalar yıkar geçer de anı, kimse durmaz geri aşktan… Gidersen ne kalır geriye? Çok sordum, bilincindeyim sıkboğazın… Lakin nasıl derim ki, ‘vazgeç’ diye… Farkına vara vara hüznün, soğurulmadır düştüğün… Üstelik ‘seğirt’ derken sevdaya, ayağındaki örkü atıver artık…
Durağı yok bitimsiz akışın, lakin kesecek tüm çaresizliği bir bakışın… Sonrasında atılacak her adımın menzili, umut olacak… Azgın nehirler yatağını yıkar alışılmışın, sen bendini aşarsın durmaksızın…
Varlığıyla aşmaza tutunduğum öznesin, gayrisi ötede durur hepten… Bir sana, bir yaşama, bir özlemedir yandığım… İlkinde günün, baharı muştular coğrafya… Bakma sen uykusuna şimdinin… Doğa hep uyanır kara kara kışların sonunda… Vazgeçmek yok. Hayali bile güzel eşitliğin, yarınların…