
Kalabalık kentlerin, gürültülü sokaklarında kayboldum. Sesime sağırlardı. Sesim yankılandı. Parkın birinde, bir ağaç duydu bunu. Başka… Hiç kimse…
Önce duymaz oldular, sonra görünmez oldum. Ve sonunda büyük bir yangında hislerini kaybeden ben oldum; hissetmez oldum… Hiçbir şeyi…
‘Herhangi’nin yanında ‘hiç’lik ne korkutucu. Çoğalıyorum işte şimdi, tüm hiçliğimle. Işıldıyor yokluğum, hiç var olmamış bir sevginin hayalet gölgesinde. Sarıyorum yaralarımı. Sarılıyorum sımsıkı… Her şeye…
Bunca zaman çok uğraşım oldu. Çok da emek verdim, bir canın dünyaya gelişini anlamlı kılmak için. Değsin istedim yaşam denen bu zindanın kahrına. Ama zaman benden hep bir şeyler aldı; üstelik hiçbir şey vermeden. Umarsızdı zaman… Her zaman…
Korkuyordum insanın zalim yanından. İnsanlık, vahşetlerle anılıyordu. Vahşi insan saldırdı, saldırdı… Herkese…
Didindik kaç nesil atadan, dededen… Ne kaldı ki geriye?
“Dedem duvar örerdi. Babam duvar örerdi. Ben de duvar örüyorum. Peki benim evim nerede?”