
Teknoloji ve bilimdeki inanılmaz hızdaki değişim, toplumsal yaşamı da aynı oranda etkiliyor.
İnsanların hayata bakış açısından, giyim kuşama, müzik tarzlarından sportif aktivitelere, eğitim modellerinden iş yaşamına her şey sürekli bir değişim ve dönüşüm içerisinde
Siyaset de bu hızlı değişim ve dönüşümden payını alan en önemli alanlardan biri.
Toplumcu siyaset anlayışı zaman içerisinde bireyci siyaset anlayışına evrildi.
Toplumu değil, kişiyi ya da kişileri odak noktasına oturtan siyaset anlayışı; rantçı, hortumcu siyaset anlayışını beraberinde getirdi.
İdeolojik temellere dayanan siyaset anlayışı ise ülkemizde 80 darbesiyle yıkıma uğradı.
Küreselleşme anlayışının ortaya çıkışıyla birlikte, toplumsal çıkarları önemseyen siyaset anlayışı da tarihin tozlu raflarında yerini aldı.
Dünyada belli başlı birkaç ülke hariç tüm ülkeler vahşi kapitalizme kapılarını sonuna kadar açtı; bugün geldiğimiz noktada dünyanın çok büyük bir bölümü açlıkla ya da yoksullukla karşı karşıya kaldı.
Parayla para kazanma döneminde zenginler servetlerine servet katarken, yoksullar daha da yoksullaştı, yoklukla, açlıkla tanıştı.
Toplumun sefaleti ideolojik siyaset döneminde iktidarlar için bir son anlamına gelirken, günümüzde yoksulluğu yönetme yöntemleriyle iktidarlar hem daha da otoriterleşti hem de dünya üzerindeki toplumlar kendilerini o yoksulluğa mahkum edenlere canları pahasına bağlandı.
İşin özeti toplum psikolojisini çözmekte.
Yani algıyı yönetebilmekte.
Bugün dünyada algıyı yönetebilenler iktidarda, yönetemeyenler tarihin tozlu raflarında yerini aldı.
Toplumların hangi kliklere, ne tür bir ortak tepki vereceğini çözebilen siyasi anlayışların iktidarda olduğu bir dönemden geçiyoruz.
Elbette ki hiçbir devir sonsuza dek sürmez.
Bu devrin sonunu da gözle görünmeyen bir düşman getirecek gibi görünüyor.
O düşman da coronavirüs!
Bugün perde arkasından, parmağını dahi oynatmadan dünyayı yönetenler görünmeyen düşmanın neden olduğu olumsuzluklar nedeniyle iktidarlarını kaybetme riskiyle karşı karşıya…
Ulusların yoksulluğunu yöneterek bugüne kadar iktidarda kalan anlayışların oturduğu koltuklar, yönetebilecekleri bir yoksulluk kalmadığı için sallanıyor.
Yanıt bekleyen soru ise şu:
Dünya üzerindeki bu tür iktidarlar yüzlerini halklarına dönüp, bu dönemi az hasarla mı atlatacaklar; yoksa otoriter anlayışlarından taviz vermeyip, gerçeklere sırtını dönerek iktidarlarını ne kadar sürdürecebilecekler?
Sorunun yanıtını elbette ki coronavirüsten ölüp gitmezsek yaşayarak, izleyerek göreceğiz.