
İçimizde bir yılgınlıktır bilmem neden? Ne gördü gözlerimiz de korkuyor bu denli gelecek günden? Oysa hep yeniden başlamadık mı düştüğümüz o yerden.
Ne çok ağladık arkadaş sohbetlerinde, bir demli çay eşliğinde. Fonda efkarlı bir türkü, derinden yaralardı hani yüreğimizi. Hep bir melankolik felsefe üretme çabasıdır belki bizimkisi; hayata dair.
Bir bakabilsek ne çok yaşanmamış ve ne çok yaşanacak şey var aslında. İzlenmemiş filmler, okunmamış şiirler yarım kalmaz mı vazgeçersek?
Ben koklamak isterdim boynu bükük mahzun bir çiçeği. Dağların ardında yeşeren bir yaban meyvesini tatmak isterdim mesela. Kimsesiz bir çocuğun gözlerinden öpmeyeli de bin yıl oldu.
İnadına gülmek, inadına özlemek, inadına fütursuzca yaşamak… Efkara, hüzne ve kedere rağmen. Ağlamanın kıymeti, gülmeyi de becerebilmekten geçer ya zaten.
Gidenin ardından biraz tükenerek, her baharın gelişinde biraz yenilenerek bilmeli yaşamayı. Çünkü daha çok yer var gidilecek, çok zafer var kazanılacak. Tadılacak ne aşklar, ne güzellikler, ne özlemler, ne acılar…
Gök kubbenin altında daha çok şey var yaşanacak!