
Deveye sormuşlar “Boynun neden eğri” diye.
“Nerem doğru ki” diye yanıt vermiş.
Adana da o misal.
Adana’nın neresini, kim, nasıl düzeltecek?
Geleceğe dair umutlarımız var elbet ama kente dair umutlarımız her geçen gün tükeniyor.
Eski Türk filmlerinde zengin Adana’yı hala gözlerimiz parlayarak izliyoruz.
Bugün ise tam tersi bir kentte yaşıyoruz.
O filmlerde anlatılan Adana mı yalan, yoksa biz mi bir hayal dünyasında yaşıyoruz?
Türkiye’nin en büyük köyü olarak adlandırılmasına kızıyoruz ama yalan olduğunu da söyleyemeyiz.
Ne kentleşebilmiş ne de köy olarak kalabilmiş…
Dünyanın en verimli üç ovasından birinin üzerine kurulmuş, paha biçilemeyecek kadar değerli toprakların üzerine sebze, meyve ekeceğimize beton dikmişiz.
Kendi elimizle yaşadığımız cenneti cehenneme çevirmişiz.
Gelişigüzel yapılaşmaya göz yumup, kentin bir yarısının gettolaştırmışız.
Planlı ve imarlı kent diyerek diğer yarısını da beton ormanına dönüştürmüşüz.
Geleceği görememiş, birbirine alternatif yollar yapmaktan imtina edip, kenti trafik keşmekeşine mahkum etmişiz.
Otopark sorununa sokak, cadde, bulvar ve kaldırımları otoparka dönüştürerek çözüm bulmaya çalışmışız.
“Durak” sözcüğünün anlamını sözlükten okumayıp, dolmuşların ve otobüslerin istediği zaman istediği yerde durup yolcu bindirip indirebileceği yer olduğunu zannetmişiz.
Hem kenti hem de geleceğimizi kendi elimizle yok etmişiz.
Neden olduğumuz bu keşmekeşte artık boğuluyor; nefes alamıyoruz.
Aldığımız her nefeste yaşama sevincimizi yitiriyoruz.
Devenin boynunu bir düzeltebilsek bu kenti de düzelteceğiz.
İmkansız ne çok şeyin gerçekleşmesi için umut besliyoruz değil mi?
Yazık bize!